Siyaset ve eski akımlar
İnsan nisyan ile malüldür. Çok derin hadiseleri bile zamanla unutur. Hele hadiseler yeni şartlarda yeni bir kıyafetle arz-ı endam ettiyse, bazıları için eski tecrübelerin ve çözümlerin hiç-bir kıymeti yoktur. Bazen bin küsur sene önce çözülen meselelerin içine düşerler. Eski çözümsüzlüğü siyasî ve sosyal prensipler haline getirerek yeni bir çığır açmaya çalışırlar. Çözümler ve çareler üretmeye çalışırlar. Şüphesiz her macerada olduğu gibi bunun da bir maliyeti vardır. Maliyet ise geçmişte olduğu gibi en nihayetinde hep millete çıkar.
Vaktiyle Ehl-i Sünnet ulemasının çözmüş olduğu İslâm, siyaset ve devlet ilişkileri gibi pek çok mesele bu çağda tekrar nüksetti. Bir kısmı da tıpkı hastalıklar gibi tamamen yok edilemediği için vücutta asırlarca gizli kalmış bünye zayıflayınca da tekrar ortaya çıkmıştır. O zamanki Haricî, Şia veya benzer görüş ve akımlar Ehl-i Sünnet içerisinde tekrar boy göstermeye başladılar. Hadisenin şaşırtıcı tarafı, bu tür akımlar da Ehl-i Sünnet’ten zannediliyor. Kişiye sorulduğunda meselâ Haricîliğe, herkes gibi o da karşıdır, ancak savunduğu prensibin ve tarzın Haricîliğin ana prensiplerinden olduğundan haberi yoktur. Yine aynı şekilde Yunan ve Roma anlayışı olan hak, kuvvet, siyaset ve sınıflar arası imtiyazdan, sebep-sonuç, hedef ve vasıta anlayışına kadar pek çok tarz, siyasî ve içtimaî rotayı belirleyen hususlardan olmuştur.
Bugün hem imanî meselelerde hem de siyasî meselelerde pek çok konu Asr-ı Saadeti takib eden birkaç asırda ciddî şekilde müzakere edilmiş, tartışmalara konu olmuş; o zamanın anlayışına göre izah edilmiştir. İkna olmayanlar ya da kabul etmeyenler tercihlerini yapmış Ehl-i Sünnet dışına çıkmışlardır. Mutezile Mezhebinin çıkışında olduğu gibi “itizal ettiler” yani ayrıldılar denilmiştir. Mutezile, ağırlıklı olarak kader konusunda bizden ayrı düşünür. Fakat benzer pek çok mezhep, meslek ve felsefi akımlar vardır ki bugün adı sanı kalmamıştır, ama fikirleri ve bakış açıları yaygındır. Siyasî ve içtimaî müesseselere nüfuz etmiş ve karar mekanizmalarında ciddî ağırlıklıları vardır. Müslümanların büyük ekserisi Ehl-i Sünnettir, ancak bazı konularda kimisi bin sene önceki Haricî gibi düşünür kimisi Şia, kimisi de Roma gibi… Ya da yeni versiyonları olan Vehhabî veya diğerleri gibi…
Amr ibnü’l-As, Sıffin harbinde, tam mağlûp olacakken son bir çare olarak düşündüğü hilenin, kıyamete kadar etkili olacağı belki de hiç aklına gelmemişti. Bırakın asırlarca devam edeceğini Hz. Ali’nin (ra) taraftarlarının bile tuzağa düşeceğinde tereddütlüydü. Mızraklara taktığı Kur’ân-ı Kerîm sayfalarıyla “Kur’ân hakem olsun…” hilesi Hz. Ali’nin (ra) ordusunu kesin bir zafer kazanacağı sırada üç-beş parçaya bölüp savaşamaz hale getirmişti. Hz. Ali (ra) tarafta
rlarından bir kısmı önce ifrat sonra tefrit şeklinde siyasetlerine devam etmişler, Hz. Ali’yi (ra) şehid edecek kadar radikalleşmişlerdir. Savaşta barış, barışta da savaş çığlıkları atarak Müslümanlara sürekli bir savaş hali yaşatmışlardır. Bugünkü “Kur’ân Müslümanlığı” veya “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler” devlet ve cihad yorumları, “Siyaset için her şey feda edilir” gibi uygulamalar aslında çok da farklı değildir. Yine aynı şekilde meşvereti tanımayanlar veya ihtiyaç duymayanlar da aynı şekilde… Hz. Ali’nin (ra) şûrâsını tanımayıp “Biz de Kur’ân’dan böyle anlıyoruz” deyip orduyu bölüp savaşamaz hale getiren anlayış bugün de mevcut.
Bir kısım Şia’daki imama biat ve bağlılığın veya siyasetin imanın esaslarından sayılması da çeşitli perdeler altında devam ediyor. Kendi partisinden, grubundan veya siyasetinden olmayanları tekfir etmek, dalâlette ve hain ilân etmek bunun misallerinden sadece birkaçı… Mutlak itaat şeklinde ifratlar olduğu gibi “meşveret” dâhil hiçbir otorite tanımayarak tefrite düşenler de aynı şekilde devam ediyor.
Eski görüş ve meslekler geçen zaman içince kendilerini yenileyerek yeni bir kisve ile çıkmasında Birinci Dünya Savaşı sonrası Batının uygulamaya koyduğu Ortadoğu ve Türkiye projelerinin payı büyüktür… Medreselerin kapatılması, yazı, dil ve kültürdeki büyük kopuşlar eski tecrübeleri yok etmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri, yaklaşan tehlikeyi fark ettiği için din ilimleriyle fen ilimlerinin mezcedildiği üniversiteler kurulması için teşebbüste bulunmuş, ancak savaş sebebiyle yapılamamıştı. Savaş sonrası tekrar teşebbüs ettiğinde aynı merkezler, üniversiteye engel oldukları gibi o şartlarda telife başladığı eserlerle üç-beş talebeye bile ders vermesine mani olmak için her yola başvurdular. İslâm düşmanlarının kitapları devlet eliyle yayınlanıp teşvik edilirken Kur’ân hakikatlerini ilmî delilleriyle Ehl-i Sünnet akidesine göre izah ve ispat eden Risale-i Nur eserleri takibata uğradı.
Bütün bu tahribatın ve engellemelerin sonucunda İslâm dünyası özellikle bin senedir İslâm’a bayraktarlık yapan ve hilâfetin merkezi olan Türkiye, Batı’nın ve Doğunun her türlü görüş ve düşüncesi, yeni ya da eski Ehl-i Sünnet dışı mezheb ve ekollerin saldırısına açık hale gelmişti. Bir tarafta Batı’da, diğer tarafta ise medreseler kapandığı için çeşitli Ortadoğu memleketlerinde eğitim alanlar ve tercümeler ile ırkçılıktan siyasî cereyanlara kadar her türlü akım yeniden boy gösterdi.
Tarihteki tahribatlar hep sınırlı kaldı. İslâm dünyasında önemli ve kalıcı bir hasar bırakmadan tamir ve tedavi edildi. Sebebi ise Risale-i Nur’da ifade edildiği gibi: “Eski zamanda dalâlet, cehaletten geliyordu. Bunun yok edilmesi kolaydır.” Zamanımızda ise çok farklı…
Bugün Risale-i Nur’un muvaffakiyetindeki sır: Bütün bu hastalıkları, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye prensipleriyle bugünün anlayışına ve şartlarına göre teşhis ve tedavi etmesindedir. Bunca saldırı ve tahribata karşı Türkiye’de diğer İslâm memleketlerine göre tahribatın ve kargaşanın az olmasında Risale-i Nur’un hissesi her şeyden ziyadedir. Ancak şunu da unutmamak lâzımdır ki, tahrip kolay tamir ve tedavi ise zordur. Bir binayı bir günde yıkmak mümkün iken yapmak bir yılı alabilir. Vücuda giren bir mikrobun tedavisi de aynı şekilde… Onun için alınan sonuçlarda sabırsızlık göstermemek hizmet ve gayrete devam etmek, prensipleri tekrar tekrar yeniden okumak gerekiyor.
hasangunes@hotmail.com
17 Nisan 2014, Perşembe
Çok güzel bir yazı tebrikler