Silahlanma yarışı ve Türkiye
Üniversiteden bir sınıf arkadaşımız vaktiyle savunma sanayiinde de vazife yapmıştı.
Pek çok konuda emeği vardır. Bir konferansta: “Rusya ekonomi olarak hayli gerilerde olmasına rağmen askeri güç olarak ilk sıralarda. Bizim benzeri bir hedefimiz olmalı” demişti.
İttifakların ve büyük savaşların galiplerinin hakimiyetlerinin devam ettiği bir dünyada yaşıyoruz. Dünyadaki silahlanma da bu dengelerden bağımsız olmasa gerek.
ABD, İngiltere, Rusya son dönemlerde de Çin dengeleri kurmakta ağırlıklı ülkeler.
Bunları daha iyi anlamak için İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya ve Japonya’nın savunma sanayisi ve silahlanmasını iyi takip etmek gerekiyor. Batı’da çok şey şeffaf iken Doğu toplumları için bazı hususların şeffaf olması zordur. Çöpe attığımız mütarekeler bir şekilde devam da edebilir.
Bilindiği gibi İkinci Dünya Savaşından sonra Almanya ve Japonya’nın askeri kapasitesi ciddi şekilde sınırlandırılmıştı. Alman şansölyesi Adenauer Sovyet yayılmacılığını gerekçe göstererek savaşın galiplerinden büyük tavizler kopardı. ABD ve İngiltere, Sovyetleri Avrupa’da dengeleyecek kadar büyük bir orduyu Avrupa’ya yerleştiremeyeceğini ve ekonomilerine büyük bir yük getireceğini gördükleri için istemeyerek de olsa Almanya’nın önünü açtılar. Fransa ülkelerini yakın zamanda yerle bir etmiş Alman ordusuna ne kadar itiraz etse de ortada bir Stalin korkusu vardı ve kimse dinlemedi.
Batı’da Sovyet korkusu Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra başlamıştı. Nitekim Kazım Karabekir Paşa’nın Doğudaki orduyu terhis etmemesine ses çıkaran olmadı. Hatta Batı’da Kurtuluş Savaşı başarısız olursa Sovyetlerin Anadolu’yu işgal edeceği konuşulmaya başlamıştı. Batı’nın Sovyet korkusunun boş olmadığı Orta Asya Türk devletleri ve Azerbaycan’ın Ruslar tarafından işgali ile haklı çıktı.
İkinci Dünya Savaşından önce İtalya’nın Habeşistan’ı işgaliyle yeni bir savaşın ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Hemen sonra Türk donanmasının Malta’daki İngiliz donamasını ziyareti yeni bir dönemin başlangıcı idi. Türk donanmasının önü açıldı. Yeni gemiler ve yeni silahlara İngiltere destek verdi.
Yaklaşan savaşta ne tarafta olacağı henüz belli olmayan Sovyetlerin artan tehdidine karşı boğazlar yeni anlaşma ile silahlandırıldı.
İkinci Dünya Savaşından sonra Kore’ye asker göndermek Kars, Ardahan ve Boğazlardan hak iddia eden Rusya’ya bir cevap idi. Ancak daha önemlisi Birinci Dünya Savaşı mağlubiyeti ile Anadolu ile sınırlandırılan Türk askerinin sınır ötesi meşruiyeti galip devletler tarafından da resmen kabul edilmiş oldu.
Menderes ve sonraki hükümetler de daha sonraki yıllarda Alman lider Adenauer gibi Sovyet tehdidini kullanarak kademe kademe Türkiye’nin askeri gücünü ve savunma sanayini artırdı. Silahlanma artık partilerin ve şahısların değil devletin millî politikası halinde gelmişti.
1989’da Berlin duvarının yıkılması ile soğuk savaşın bitmesi silahlanma merkezlerinin çoğalması gerektiğini gösterdi. Batı kamuoyu da artık komünizm tehlikesi bittiği düşüncesiyle silahlanmaya fazla bütçe ayırmak istemiyordu. ABD kendisi tasarrufa giderken müttefiklerinden savunma bütçelerini artırmalarını talep etmeye başladı.
Başa dönecek olursa silahlanma ve ekonomik güç oranı bizim için önemli. Rusya’nın mı yoksa diğer Batı ülkelerinin oranı mı olmalı?
Sovyetleri Afganistan’ın işgali tüketmişti. Ancak esas çökerten faktör, ekonomisine göre kat kat ilerde olan silahlanma yarışıdır. Türkiye olarak bu tecrübeyi dikkate almamız lazım. Ancak coğrafyayı da dikkate aldığımızda Batı ülkeleri kadar da rahat olamayız.