Hüve Nüktesi ve ihsan mertebesi
Science Daily dergisinde bir haber yayınlandı.Habere göre Kore İlim ve Teknoloji Enstitüsü elektrik enerjisini kablosuz olarak 5 metre iletmeyi başardı. Önümüzdeki dönemde belirli güzergâhlar için kablosuz elektrikli araçlar artık hayal değil. Şimdi Bediüzzaman Hazretlerinin altmış yetmiş sene önce kaleme aldığı Hüve Nüktesi’nden bir paragrafa göz atalım: “İşte hava unsurunun yalnız nakl-i asvat (seslerin nakli) vazifesinde mezkûr cilve-i vahdaniyeti ve mezkûr acaibi gösterdiği ve dalâletin hadsiz muhaliyetini izhar ettiği gibi, unsur-u havaînin sair ehemmiyetli vazifelerinden biri de elektrik, cazibe, dafia, ziya gibi sair letaifin naklinde şaşırmadan muntazaman, asvat (sesler) naklindeki vazifeyi gördüğü aynı zamanda, bütün nebatat ve hayvanata teneffüs ve telkîh gibi hayata lüzumu bulunan levazımatı kemal-i intizam ile yetiştiriyor.” (Sözler)
Bediüzzaman Hazretleri Hüve Nüktesi’nde “hava” ve “havaî” unsurlarda Cenâb-ı Hakk’ın muazzam kudret ve azametini, zerreler ve onların titreşimleri adedince tevhid delillerini gözler önüne serer. Şimdi bu iki sayfayı sırayla anlamaya çalışalım.
Malûm, hava unsuru sürekli soluduğumuz oksijen ve azot ağırlıklı ve Yerküre’de bolca bulunan unsur… Uçsuz bucaksız koca uzayda henüz benzeri bulunamayan muazzam bir nimet. Bu nimet Cenâb-ı Hakk’ın emriyle ormanların derinliklerindeki bir karınca yuvasına nüfuz ettiği gibi yapraklara da girer. Oradan bizim akciğerlerimizin en ücra köşelerine de nüfuz edip kanı temizler. Yine aynı şekilde suya nüfuz ederek okyanusların derinliklerinde de olsa erimiş oksijen olarak oradaki canlıların imdadına koşar. İklimden çiçeklerin tozlaşmasına kadar daha o kadar çok vazifesi var ki saymakla bitmez…
Bu vazifeleri Hüve Nüktesi’nden takip edelim: “Hem binler ayrı ayrı kelime, ayrı ayrı tarzda, manada o küçücük kulak ve lisanlara kemal-i intizamla gelip çıkıp, hiç karışmayarak bozulmayarak o küçücük kulaklara girip, o gayet incecik lisanlardan çıktığı ve o her zerre ve her parçacık, bu acib vazifeleri görmekle beraber…” Akciğerlerde kanı temizledikten sonra o bir avuç hava misilsiz birer mu’cize olarak kelimelere dönüştürülür ve binlerce kulağa karışmadan bozulmadan ulaşacak şekle gelir. Bir nefes hava sanki saniyeler içinde dev gibi bir ağaca dönüşen bir tohum gibi metrelerce uzaklıktaki bütün kulaklarda manasıyla, vurgusuyla ve duygularıyla kelime çiçekleri şeklinde uzanır. Kulaktaki küçücük kemiklerde çalışarak başka bir enerjiye dönüşüp dimağa, kalbe ve ruha mana meyveleri olarak takdim edilir. Havadaki kartallardan denizdeki balıklara, karıncadan file kadar bütün mahlûkat kendilerine mahsus bir lisan ve tarz ile farklı bir titreşimde konuşup anlaşırlar. Yine aynı şekilde yerin derinliklerinde her dakika meydana gelen depremler, gökyüzündeki rüzgâr ve denizlerdeki fırtınalar bir karıncanın arkadaşının sesini işitmesine mani olmaz. Hz. Süleyman’ın (as) bir karıncayla konuşmasına şaşıran insan, o keşmekeş içinde karınca reisinin emirlerini işiten ve itaat eden binlerce karıncaya daha çok hayret etmeli…
Bütün bunlar nasıl karışmıyor? Devletler radyo ve TV yayınlarının karışmaması için her birine ayrı frekans tahsis eder, binlerce personel çalıştırır, yüzlerce kanun, talimat ve protokol yayınlar, uygular ve hepsini tek elden yönetmeye çalışır. Bütün cihazlara yazılımlar yüklenir ve birbirine göre ayarlanır. Aynı şekilde şu dünyada da her bir türe hatta her bir canlıya ayrı frekans tahsis edilir, ayrı program yüklenir. Lisanlar, ağızlar ve kulaklar birbirine gör ayarlanır. Bir koyun yüzlerce kuzu arasından kendi yavrusunun sesini tanır, onun olduğu yere doğru koşar. Filin sesi ve kulağı ayarlandığı gibi karıncanın da minicik ağzı, kulağı ya da anteni birbirine göre ayarlanır. Bütün bu sayısız mahlûkatı birbirine mani olmadan konuşturup görüştüren şüphesiz Risale-i Nur’daki aynı bahiste izah edildiği gibi “La ilahe illa hu” ve “Kul hüvallâhü” kelâmlarındaki “Hû” ya da “Hüve”dir. Yani Âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Hak’tır. O Ehad’dir yani bir ve tekdir. Bütün hava zerreleri O’nun emrine amade memurlar ve askerlerdir. Cenâb-ı Hakk’ın ismi bir an perdelense ya da zerrelerin zikri bir an dursa şu dünya kulakları sağır eden manasız bir gürültü ve uğultuya maruz kalacak ya da ağzımızdan bir harf dahi çıkaramayacaktık.
Bediüzzaman Hazretleri, aynı bahiste bütün bu harika icraatı ve dünyalar kadar büyük tefekkür hazinesini “Hüve, Hû ve hava” anahtarlarıyla açar, gözler önüne serer. En küçük hava zerresinden bütün mahlûkata ve canlılara kadar her şeyin “Hû” diyerek Âlemlerin Rabbini zikrettiğini isbat eder. En çok zikir ve ibadete karşı çıkan küfür ve dalâleti “Hû” kelâmındaki bir avuç hava ile tarumar eder. Bilindiği gibi Arapçada sessiz harfler esastır. Bu sebeple de hüve, hû ve hava kelimeleri mu’cizevî bir tevafukla aynıdır. Havada bir elif ilâvedir. Hem “Allah” derken, hem de “Hû” derken çıkan ses solunum, nefes, akıcılık, konsantrasyon gibi bir çok hususta vücuda, kalbe, ruha ve akla en muvafık ve en güzel sestir. Bir manada Cenâb-ı Hak, kâinatı, insanı ve havayı kendi ismine göre yani Allah kelâmının zikrine göre yaratmıştır denilebilir.
Şimdi gelelim havaî unsurlara. Bediüzzaman Hazretleri, sesi hava unsurunun naklettiğini ifade ederken, elektrik, ışık ve yerçekimini de havaî unsurların naklettiğini ifade eder. Havaî unsurlardan kastedilen hava gibi lâtif ve akıcı olan atom altı parçacıklar ve kuantum gibi manalar kast edilmektedir. Buna göre kablodaki elektrik enerjisi de atom altı parçacıklar ve yükler şeklinde havaî unsurlar ile yani hava gibi lâtif unsurlar ile nakledilir. Bilindiği gibi Bediüzzaman Hazretlerinin bu izahlarında ve yaptığı keşiflerde ilham ve sünûhatın hissesi büyüktür. Bu sebeple yazının başındaki “elektrik enerjisinin kablosuz nakli” Bediüzzaman Hazretlerinin kastettiği hakikatlerin bir cüz’ü olma ihtimali yüksektir.
Güneş ve yıldızlardan ışık, şuâ, sıcaklık ve bizi yere, yeri Güneş’e bağlayan çekim veya bir astronottan veya uydudan gelen radyo dalgaları havaî unsurlarla dolu bir uzay denizinden havsalanın ötesinde bir trafikle, birbirinin içinden geçerek karışmadan gelir. Bir Hadis-i Şerif’te ifade edildiği gibi feza “Dalgaları kararlı hale gelmiş bir deniz gibidir.”
Havada sesler ve diğer faaliyetler nasıl karışmıyorsa, bütün bunlara ilâveten, yayın yapan binlerce TV ve radyo, yüzbinlerce cep telefonu yayınları da biri diğerine karışmadan çalışırlar. Her bir zerrecik diğerine, kendisine gelen mektuptaki frekansın cinsinden, boyut ve şiddetine kadar binlerce dakik formülü “Hû” ve “Hüve” mührünü okuyarak hemen ulaştırır. Cenâb-ı Hak uzaydan gelen zararlı ışınlardan bizi korumak için Yerküre’deki çekirdek vasıtasıyla öyle bir elektromanyetik tavan yapmıştır ki, yıldızları tefekkür etmemize hiç bir engel yoktur. Binlerce ses ve elektromanyetik dalganın olduğu küçücük bir mekânda mikroskopla ancak görülebilen iki canlı da birbiriyle kesintisiz haberleşebilir. Aynı şekilde küçültülmüş bir kâinat olan insan da ondan daha karmaşık ve daha yoğun olan dimağ, göz, kalb, ruh ve duygular birbiriyle haberleşir, daha doğrusu haberleştirilir. Evet, ayette ifade edildiği gibi Cenâb-ı Hak, “Kişiyle kalbi arasına girer.”
Emirdağ Lâhikası’nda görüntülerden de bahsedilir ve şöyle der: “Gördüm ki; âlem-i misal, nihayetsiz fotoğraflar ve her bir fotoğraf, hadsiz hâdisat-ı dünyeviyeyi aynı zamanda hiç karıştırmayarak alıyor.” Evet, sayısız mahlûkatı konuşturup görüştüren Âlemlerin Rabbi, milyarlarca mü’minin ibadet ve duâlarını da bir anda işitir ve görür. Namazdaki her mü’minin ibadetini Hacerü’l-Esved’de ayrı ayrı kaydetmeye veya bütün insanların amellerini haşirde neşretmeye de elbette muktedirdir. Malûm, imanın “ihsan” mertebesi Cenâb-ı Hakk’ı görür gibi kulluk etmektir. Biz görmesek de, O’nun bizi en ince detaya kadar görüp işittiğini “Hüve” sayfasında görüyoruz.