Bir göz hatırı için

Fotoğraf teknolojisiyle ilgili anlatılan meşhur bir hikâye vardır: İkinci Dünya Savaşında Almanya’nın altını üstüne getiren müttefik uçakları, yılların kin ve intikamına rağmen Frankfurt yakınlarındaki bir kasabayı bombalamamışlar. Sebebi ise imalât metodu olarak yer altında beklemeye tâbi tutulan dünyaca meşhur binlerce merceğin zarar görme ihtimali. Mercekler hem fotoğraf makinaları için hem de ordudaki tank, uçak ve gemilerin hedef belirlemede kullandığı hassas optik cihazlar için hayatî öneme sahipti. Müttefik pilotları teknolojiyi ele geçirme maksadına ilâveten, yıllarca devam eden acımasız savaşa rağmen hatıralarını “ölümsüzleştirdikleri” bir teknolojiye kıyamamışlardı.

Aradan yıllar geçti, teknoloji ilerlemeye devam ediyor. Mercek ve objektif malzemeleri değiştiği gibi, imalat teknolojileri de değişiyor ve sürekli ilerliyor. Kılı kırk yaran teknolojiler ve ölçüm sistemleri sayesinde “göz hassasiyetine” ve “göz kalitesine” yaklaşılmaya çalışılıyor. Teknoloji, dev laboratuvarlarda binlerce parçadan imâl edilen devasa cihazlarla kâinatın en uzak köşelerindeki galaksilerden atomaltı parçacıklara kadar keşifler yaparken; et ve yağ parçasından ibaret olan gözdeki harikalıklara ve “retina display” seviyesine uygun cihazlar yapmaya çalışıyor. Ancak unutmamak gerekir ki, optik teknolojisi ne kadar ilerlerse ilerlesin, hangi merceği, hangi sinyali kullanırsa kullansın en nihayetinde yüzünüzdeki o bir çift göz yoksa diğerlerinin hiçbir mânâsı yoktur.

Bir mercek tezgâhta hassas cihazlarla işlenir, defalarca ölçü kontrolü yapılır. Mikron mertebelerindeki hatalara bile müsaade edilmez. Gözdeki mercek ise ne kadar harikadır ki, o et ve yağ parçası merkezinden çevresine kadar farklı ölçülerde büyümeye devam eder, her bir zerre gelir bir noktada durur. Bir mikron ne ileri gider, ne de geri kalır. İnsanoğlunun mercekte yaptığı, Süleymaniye Camii’ndeki bir taşın çekiçle işlenmesi gibidir. Gözdeki yaratılış ise, tek tek işlenen binlerce taşın kubbeye yüzlerce hesap ile dizilişi ve bağlanması gibidir. Bir merceğin işlenmesi sırasında kullanılan harika teknolojinin varlığı ne kadar kesin ise; anne karnında, bir kan pıhtısından, bir nokta hükmündeki et parçasından; canlı ve odaklanabilen, milimetrenin binde biri kadar ölçülerde hassasiyete sahip şeffaf bir merceğin halkedilmesi, kaslarla bağlanması retinaya uygun bir mesafede yerleştirilmesi de Cenâb-ı Hakk’ın Adl ve Mukaddir isminin o kadar kesin bir tecellisidir.

İnsanoğlu ne kadar enteresan bir varlık… Kumdan ve topraktan yapılmış bir merceğe bir medeniyet harikasına kıyamaz da, yüz binlerce çift canlı gözü, akan gözyaşına ve dökülen kana aldırmadan bir dakika içerisinde parça parça eder. Bir merceğin hatırı vardır, ama bir gözün hatırı yoktur.

Kim bilir belki de insanoğlunu yanıltan çokluk ve bolluktur. Fabrikalarda yıllar boyu imal edilen ileri teknoloji mahsulü optik cihazların milyonlarca katı göz, denizlerin derinliklerinde, ormanların karanlıklarında bir anda yaratılıyor. Her bir canlıya tek tek hediye ediliyor. Unutmamak gerekir ki onların bu kadar çok olması değerinin az olduğundan değil, Yaratıcının kudret ve rahmetinin misilsiz olduğundandır. Bir anda sayısız mahlûkat için bu kadar çok gözün yaratılması bizim göze olan ihtiyacımızı asla azaltmaz.

Görme hadisesi muazzamdır. İki-üç kilometre yükseklikte uçan bir kartalı düşünün… Dev kanatlarını açmış havada süzülürken kilometrelerce genişlikteki bir sahayı tarar. Kurumuş otların arasında gizlenmiş sizin neredeyse bir adım önünüzde olsa fark edemeyeceğiniz bir tavşanı derhal fark eder. O küçücük gözlerindeki kaslar defalarca kasılıp gevşeyerek merceği avına odaklar, saniyenin binde biri süresinde belki de yüzlerce fotoğraf çekerek beyne gönderir. Fotoğraflar o kadar nettir ve çözünürlük o kadar yüksektir ki, o kadar geniş sahadaki önemsiz renk ve şekil farkı, fark edilir. Beyin saniyenin binde biri kadar zaman içerisinde belki de toplu iğne başı kadar olmayan arşivindeki fotoğraflarla binlerce noktadan kıyaslamalar yaparak o noktanın gizlenmiş bir tavşan olduğuna karar verir. Kartal avına doğru sür’atle dalışa geçerken, göz hedefe kilitlenir. Ne mesafe, ne hız, ne havadaki sürtünme ve ne de avın yerinden fırlaması görüntüyü titretmez, bulanıklaştırmaz.

Bugünkü fotoğraf makinasındakinden kırk-elli kat daha fazla piksel sayısına sahip olan gözümüz bu kadar harikadır, ancak gören yine de beyindir. Görüntüler harika bir şekilde beyne sinyaller halinde iletilir. Ancak bunların ne olduğu beyin tarafından idrak edilir. Hatta daha ilerisi gören ruhtur, kalbdir, gönüldür. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de ferman eder: “O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşâ edendir; ne az şükrediyorsunuz.” 1 Gözdeki binlerce sinir hücresiyle beyne iletilen sinyaller tek tek çözümlenir, renklerine ayrılır, arşivdeki önceki bilgilerle mukayese edilerek detaylar fark edilir. Osmanlı alfabesi için meşhur bir ifade vardır: “Unutulan bir nokta ‘göz’ü ‘kör’ eder”. Gözde ise milyonlarca piksel ve noktadan hiç birisi ihmal edilmeden beyne gönderilir ve değerlendirilir. Sinirlerin birleştiği kör nokta bile ihmal edilmez, çevreye göre rötuşlanır ve tamamlanır. Görünen harika bir manzara ise, yeryüzü ve sema sayfasını yazar-bozar bir sayfa gibi kış ve yazda bütün boyutlarıyla nakış nakış işleyen Yaratıcının kudret ve azameti ve Esmâ-i Hüsnâsı göz önündeki manzaradan, ışıktan ve gözden geçip dimağa ve kalbe nüfuz eder. Göz merceği şeffaf ise ışık her halükârda geçer, ancak gönül merceği perdelendiyse veya kalb aynası karardı ise, oradan geçecek ne bir ışık ve ne de nur yoktur artık. Eğer gönül ve kalb küfür karanlığına düştüyse, o göz ne kadar harika olursa olsun avına saldıran vahşî bir hayvanınkinden de aşağıya düşecektir. Pırlanta değerindeki o harika cihazlar en nihayetinde de, kabirde çürüyüp toprak olacak, öbür âlem için kömüre dönüşecektir.

İnsan gözü maddî olarak bir kısım hayvanlarınkine nazaran çok geridedir. Ancak onun öyle bir hususiyeti vardır ki, bir san’ata baktığı zaman san’atkârı, resme baktığında ressamı, Selimiye’ye baktığında Mimar Sinan’ı, denizlerden semadaki yıldızlara kadar harika manzaralara baktığında Âlemlerin Rabbinin azamet ve kibriyasını dem ve damarlarında hisseder. Kışta ölmüş bitkilerin baharda tekrar yaratılmasına baktığında, ölüm kışından haşir baharına ve ahiret âlemlerine kadar geniş manaları görür.

Risale-i Nur’da ifade edildiği gibi insan, şu kâinattan süzülmüş bir varlıktır. Küçücük cismine rağmen akıl, kalb ve ruh dairesi o kadar geniştir ki, şu koca âleme sığmaz, içten dışa, maziden müstakbele hayalden hızlı seyahatler yapar. Hedef ve idealleri bu dünyadan geçer, ahiret âlemlerine nazar eder. Ancak bu kadar harika hususiyetlere sahip bu cevherler et ve kemikten müteşekkil bir cesede hapsolmuştur. Bu cevherlerin en önemli penceresi ise; bir çift göz… Nitekim Risale-i Nur’da şöyle denilmiştir: “Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.” 2 Bu pencereler ne kadar harikadır ve Cenâb-ı Hakk’ın lütfu ne kadar büyüktür ki, ufku kaplayan dağlar, denizler, okyanuslar, ateş parçası dev yıldızlar sayısız renk tonlarıyla mercekten geçip tırnak ucu kadar bile olmayan bir mekâna sığar. Işık hızıyla gelen görüntüler gibi ruh da aynı hızla aynı menfezden baktığı âleme seyahat eder. Göz merceği bu kadar şeffaftır ve bu kadar incedir ancak ülfet ve alışkanlık perdesi o kadar kalın ve kesafetlidir ki, insanların ekseriyeti bu kadar harika manzaralar, göz ve ışık nimeti karşısında Sübhanallah, Elhamdülüllah ve Allahüekber demeyi ihmal eder.

Işık, göz ve manzara bu kadar güzeldir, bu kadar harikadır, ancak onlar da, bir gün toprağa gömülen mercekler gibi kabre girecekler. Daha gelişmiş, daha kaliteli ve daha harika bir şekilde tekrar almak istiyorsak, şu söze kulak vermeliyiz: “Eğer gözü, gözün Sâni’-i Basîr’ine satsan ve onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan; o zaman şu göz, şu kitab-ı kebîr-i kâinatın bir mütalaacısı ve şu âlemdeki mu’cizat-ı san’at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu Küre-i Arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.” 3

Dipnotlar:
1- Mü’minun Sûresi: 78.
2- Sözler, s. 27.
3- Sözler, s. 27.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir