Aşı ve hürriyet
Covid-19 salgını bütün dünyayı sarsmaya devam ederken aşı çalışmalarındaki gelişmeler moralleri yükseltti. En büyük gelişmenin Almanya’daki iki Türk tarafından sağlanması ayrı bir iftihar sebebi.
Her ne kadar bazı komplo teoricileri “aşı ile beyin ve zihin kontrolünü ele alarak demokrasi ve hürriyetlere son verip toplumları ele geçirecekler” iddiasında bulunsalar da aşılar ümitle bekleniyor.
Ümit verici diğer önemli bir husus ise aşı hakkında en büyük mesafenin demokratik ve hür ülkelerde alınmasıdır. Bilindiği gibi son hastalık da kapalı, dikta ve otoriter yönetimlerin olduğu toplumlarda yayılmaya başlamıştı.
Milletler arası dev şirketlere ne kadar güvenilir ayrı bir konu ancak yine de diğerlerine göre açık şeffaf ve hür toplumların bünyesinde olmaları endişe ve korkuları izale etmeye yeterli. Hürriyetin neticesi olan bir aşının hürriyeti yok edeceğini düşünmek aşırı bir zorlamadır.
Zaten biz maddî virüslerden korktuğumuz ve tedbir aldığımız gibi ruh ve kalbimizi tahrip eden ve dönüştüren manevî virüslere tedbir alsak problemlerimizin büyük kısmı çözülecek.
İftihar ettiğimiz aşının bulunmasında muvaffakiyet Türkiye’nin mi, Almanya’nın mı? Şüphesiz başarı bütün insanlığın. Ancak şunu da sormak gerekiyor, bu iki Türk Türkiye’de olsaydı aynı çalışmanın neresinde olurlardı?
Birkaç sene önce İstanbul’da bir toplantıda yanımda oturan kişiyle tanışıp karşılıklı mesleklerimizi ve neler yaptığımızı sormuştuk. Fizik profesörü olduğunu ve parçacık fiziğiyle ilgilendiğini söylemişti. Ben de biraz espriyle CERN’deki gibi atom altı parçacıkları hızlandırıyorsunuz anlaşılan demiştim. O da “keşke, ama bizim için imkânsız” demişti.
Ben de yıllar önce Nobel Fizik Ödülü sahibi Pakistanlı Abdüsselâm’ın Yeni Asya’ya verdiği bir mülâkattan bahsettim. “Neden bu çalışmayı Pakistan’da yapmadınız da ABD’de yaptınız” sorusu üzerine; üniversitelerin yapısından tutun da bazı sebepler saymıştı. Hatırımda kalan ise maddî sebep idi. “Bu parçacık hızlandırıcısını kurmak ve işletmek için Türkiye ve Pakistan’ın bütçesi zorlanır demişti.”
Bizim hoca “Konu sadece para ve bütçe değil” diyerek itiraz etmişti. “Az bütçe ile de yapılacak çok işler var! Esas mesele zihniyet meselesi” diyerek ilâve etmişti. Bizdeki, liyakatın değil; hizipçilik, adam kayırma ve tarafgirlik gibi hususlar oldukça bu keşifler ve icatlar bizim için hayal” demişti. Bir projeden misal vererek “Avrupa Birliği de projelere destek veriyor. Ancak rektörün adamı değilseniz projelerinizin ilerleme şansı yok” diyerek ilâve etmişti.
Şüphesiz bu problemler yeni değil! Askerî idareler tarafından eksikleri olsa da terör bahanesiyle hür ve demokrat üniversite yapısı değiştirildi. Ancak unutmamak gerektir ki gelenler hep bu problemleri çözme vaadi ile geldiler. Anayasalar değişti, kanunlar değişti, ancak bu maddeler hep aynı kaldı. Hatta olan bir demokratik yapı yine aynı “terör” gerekçesiyle tamamen yok edildi.
Gerçekten de konu hocanın dediği gibi sadece “bütçe ve ekonomi güç” değil! Paraları nereye harcayacaklarını bilemeyen Körfez ülkeleri var! Büyük bütçeler tahsis ettikleri üniversitelerinden de, ne fen bilimlerinde, ne sosyal bilimlerde ya da ne siyasette, ne de teknolojide geliştirilen dikkate değer bir proje yok!
Liyakat, demokrasi, hürriyet, adalet ve şeffaflık gibi değerleri tahrip eden anlayışlar bir virüs gibi devletten özel teşebbüse, sanayiden teknolojiye, aileden cemiyete ve üniversitelere kadar yayılmaya devam ediyor.
Ancak her iki hastalık için de ümitliyiz. Hastalıkların artması gayretlerin artması demektir.