Kızı, Mustafa Yelkenci’yi anlattı
Bediüzzaman Said Nursî’nin ilk dönem talebelerinden Mustafa Yelkenci’nin hayatta olan son evladı da rahmetli oldu. Fedakâr ve cefakâr babasına, kardeşlerine, kızına ve üstadına kavuştu.
Nüfusta “Cemile” diye geçer ancak herkes Hüsniye derdi. Kayınvalidemizin annesi Hüsniye Hanım mübarek bir kadındı. Son dönemleri hep Kur’an, Cevşen ve Tesbihat okumakla geçmişti. Babasını küçük yaşta rahmet-i Rahman’a yolcu etmesi çileli bir hayatın belki de başlangıcı olmuştu.
Altı kardeşlermiş. Fakat biz, İstanbul’da oturan Ayşe teyze ve Eşref dayıyı biliyoruz. Diğerleri çok önceden vefat etmiş. Babaları Mustafa Yelkenci’nin İstanbul’da dükkanları varmış.
Hatıra toplamakta ve büyükleri konuşturmakta iyi olduğumuz söylenemez. Hep başka bir zaman detayları sorarız diyerek erteleye erteleye büyükleri tek tek kaybettik.
İnebolu kahramanları
Kökenleri İnebolu’ya bağlı olan Evrenye! Bilindiği gibi Risale-i Nur’da “İnebolu kahramanları” ifadesi çok geçer. İstiklal harbinde gemilerle silah ve cephene taşımakta ve harpte gösterdikleri kahramanlığı Risale-i Nur hizmetinde de göstermişlerdir.
Evrenye, mahalleleri hükmündeki civar köyleriyle şirin bir kasaba.
Kasaba, ismini caminin avlusundaki türbede medfun Evren Baba’dan alıyor. Fatih Sultan Mehmet bölgeyi Osmanlı’ya dahil ettikten sonra bölgenin maddi-manevi kalkınmasını arzu etmiş. Buralara “çınar fidanları gönderdiği” rivayet edilir. Bazıları biliniyor ve beş yüz küsur yıllık kültür varlığı ağaçlar olarak korunuyor.
Şüphesiz gönderilenler sadece maddi fidan değil. Rivayetlere göre o zamanlar Anadolu’da esnaf loncalarının kurucusu ve isim babası kabul edilen meşhur Ahi Evran da oğlu ya da torunlarından Evren Bey’i buraya göndermiş. Bilindiği gibi Osmanlı’da Ahi Evran esnaf teşkilatı ve loncasında alimler, hocalar, talebe ve müritler aynı zamanda bir meslek ve sanat sahibiydiler. Burada da gemicikle ilgili meşhur sanatkârlar, ustalar, kaptanlar ve armatörler yetişmiştir. Hepsi o geleneğin devamıdır.
Meşhur Ali Kuşçu’nun arkadaşı ya da talebesi olan Matematikçi Şirvanî’nin kabri de buradadır.
İnebolulu Recep Uysal Abi “Mustafa Yelkenci İstanbul’da oturduğu ve erken vefat ettiği için az biliyoruz” demişti. Hem “Son Şahitler”de hem de kendisiyle bizzat yaptığımız görüşmede: “1943’de gözaltına alınan Nur Talebelerini ziyaret etmiştim” diye anlattı “İdam edilecekler diye etrafa korku salındığı için kimse ziyarete gidemiyordu. Ben on yaşındayım ve bir kısmı da akrabalarım olduğu için annemin teşvikiyle ziyaret ettim. Bayramda açık görüş olduğu için içeri girip onlarla birlikte Medrese-i Nuriye’nin ilk çayını içtim. ‘Mustafa Yelkenci, hoca idi yazısı da çok güzeldi, Evrenye tarafından’ demişlerdi. İnebolu’da 2-3 ay kaldıktan sonra gemiyle İstanbul’a oradan da Denizli hapishanesine gönderildiler. Toplam olarak dokuz ay kaldılar ve beraat ederek çıktılar.” diye ilave etti.
Mum ışığında risale yazardı
Hüsniye Hanım’a zaman zaman babaları Mustafa Yelkenci’yi sorardım. “Ben fazla bilmiyorum, vefatında yaşım küçüktü, Ayşe Ablam daha iyi biliyor” derdi ve bildiklerini anlatırdı:” Babam çok kitap okurdu. Bizim raflar, sandıklar kitaplarla doluydu. Aynı zamanda okuduklarını da yazarak çoğaltırdı. Geceleri uyandığımda bakardım, babam mum ışığında hala yazı yazardı. Işık dışardan fark edilmesin diyerek tedbir alırdı. Arkadaşları da geldiğinde hem okur hem de yazarlardı, dini konularda sohbet ederlerdi. Babamın annesi de alim ve çok bilgili bir kadındı. O da çok okurdu. Eve beş-altı kişilik gruplar halinde kadınlar gelirdi, onlara kitap okurdu, ders yapar sohbet ederdi.” derdi.
“Babam bize İslamî konuları anlatırken etrafımızdaki kuşlardan, ağaçlardan misaller verirdi Daha sonra Risale-i Nur’u okuyunca oradan anlattığını anladım. Kur’an-ı Kerim okumasını babamdan öğrendim. ‘Yasin Suresini çok okuyun’ derdi. ‘Bir zeytin ve küçük bir ekmek parçası ile bir gün idare eden büyük alim diye Bediüzzaman hazretlerinden bahsettiği de hatırımda kalanlardan’ diye ilave etmişti.
Ayşe teyze ile görüşürken notlar almıştım. Allah rahmet eylesin vefat edeli yedi-sekiz sene oldu. Yaşlı haliyle anlatmaya başlamıştı: “İstanbul’dayız, babamın dükkânı var! Memleketimiz İnebolu’ya sık gidip gelirdi. Ben evliydim. O zaman şartlar zor. Beyim askere gitmişti. Babamlarda kalıyordum. Süleymaniye’de oturuyoruz. Babamın dükkânı Eminönü’ne yakın birçok Evrenyeli’nin olduğu Küçükpazar’da idi. İki polis geldi eve. Babam da geldi. Dükkânı aramışlar evi de aradılar. Her taraf kitap, defter, kâğıt ve kalem… Kağıtlara kalemlere varasıya her şeyi aldılar. Babamı götürdüler. Arefe günüydü.
Sultanahmet Hapishanesi
“Babam da gözaltına alınınca birden yalnız kaldık. Dayımı aradım, babamla görüşmek için beraber Sirkeci’ye gittik. Bayram günüydü. Nereye götürdüklerini bilmiyoruz, ya da söylemiyorlar. Bütün karakolları aradık “yok” diyorlar. Tekrar Sirkeci’ye geldik.
“Dayım orada bizim komşu köy Nierze’den birisi ile tanıştı. Adam sivil polismiş. ‘Tamam, ben bakarım’ dedi, gitti. ‘Evet, buradaymış. İyi, merak edilecek bir şey yok’ dedi. Sevindik. Ara ara haberleştik ama görüşemedik. Gazeteciler gelip gidiyor. Sonradan anlatmıştı gazetecilerle görüştürmüşler o da: “Yalan yanlış şeyler yazıyorlar” diye onlara çok kızmış ve bağırmış.
“Sonra ‘Hocaları dövüyorlarmış’ diye bir söylenti çıktı. Ben hep ağlıyordum. Dayımla karakol karakol gezerken de çok ağlamıştım. Sonra gözaltına alınan hocalardan birisini gördük uzaktan. Bir yerden alınıp diğer yere mi götürüyorlardı, pek anlamadık. Ancak geriden gördüğümüz kadarıyla tek elinde tesbih vardı. Tesbih çeker gibiydi. Herkesin korkup titrediği yerde rahat ve umursamaz bir tavrı vardı. İyi Allah’a şükür. ‘söylenti’ yalanmış’ şeklinde düşünüp rahatladık.
“Geç vakitlere kadar bekledik çok ısrar ettik ama görüşemeden geri döndük. Orada otururken garip bir hadise ile karşılaşmıştık. Babamın halini, sıhhatini merak ediyorduk. Beklerken, hızlı adımlarla birisi geldi “Mustafa Yelkenci’nin yakınları kim?” dedi. Bir haber var diye heyecanla ayağa kalktık. “Bu sizinmiş” diyerek hemen uzaklaştı. Bilgi alamadığımız için üzülmüştük. “Şahsi eşyalarını gönderdiler” diye düşünmüştük. Daha sonra zamanla emanetteki büyük bereketi fark ettik. İkram-ı ilahi olduğunu düşündük. Hapisten çıktıktan sonra konusu geçtiğinde babam “Haberim yok!” demişti, ona da garip gelmişti. Hapishanede iken bu çocuklar ‘ne yer ne içer’ diye hep merak edermiş.
“Daha sonra mahkemeye çıktılar. İçlerinde İstanbul’un meşhur vaizlerinden Gönenli Mehmet Efendi ve Şemseddin Yeşil de var!” Onların suçları(!) da Risale-i Nur bulundurmak ve sohbetlerinde bahsetmek.
“Bizim köyden yakından tanıdığımız Zekeriya Hoca da içlerindeymiş dediler. Bilindiği gibi Zekeriya Hoca Lahiklar’da ismi geçen önemli önemli Nur talebelerindendir.
“Sultanahmet hapishanesi çok kötü, pis ve çok kalabalık bir yermiş. Orada bir müddet kaldıktan sonra hepsi beraber Denizli hapishanesine gönderildiler. He şeye rağmen Sultanahmet bize göre daha iyiydi çünkü yakınımızda idi. Denizli çok uzaktı, gidemiyorduk. Babam pek anlatmazdı ama orası daha fena imiş.
Evrenye’de yangın
Bu arada Evrenye ile irtibatları kesilmemişti. Risale-i Nur’da ve Son şahitlerde de geçen, “Evrenye’deki yangın”dan bahsetmişlerdi. Gözaltılar başlayınca “idam edilecekler” diye halka büyük bir korku verilmişti. Tam şuurunda olmayanlar ellerindeki Risale-i Nurların bir kısmını gizlemiş diğerlerini de yakmışlardı. “Sonradan köyümüzde büyük bir yangın çıktığını duyduk, çok üzüldük. Köyümüz yeşillikleriyle deniziyle çok güzel bir yerdi” demişti. Önü deniz etrafı orman olan köyde evlerin büyük çoğunluğu ahşaptı. Yangın hızla yayılmış ve kasaba neredeyse harabeye dönmüştü. Risale-i Nur’da da ifade edildiği gibi bazılarının evi kerametkarane kurtulmuştu.
Bilindiği gibi Denizli hapishanesi sıkıntılı ve çileli bir hapishane. Bediüzzaman Said Nursî ile birlikte Türkiye’nin farklı şehirlerinden toplanan yüzün üzerinde Nur Talebesinin hapsedildiği bir yer. Tek tesellileri üstadları Bediüzzaman Said Nursî ile aynı mekanda olmak… Zor şartlarda da olsa ara sıra onunla görüşme ümidi. Hep isimlerini duydukları İnebolu ve Isparta kahramanları ve diğer bölgedekiler yakından tanışıp kucaklaşmışlardı.
Gönenli ve Şemseddin Hocalar
Hatıralarda kimisinde İnebolu’dan 11 kişi kimisinde de 12 kişi diye geçer. Denizli’ye gelen toplamda 12 kişidir. Fark daha önceden İstanbul’a taşınanlardan dolayı olduğunu tahmin ediyoruz.
Ayşe Teyzenin anlattığına göre babası Mustafa Yelkenci, Gönenli Mehmet Efendi ve Şemseddin Yeşil ile Denizli’de de aynı koğuşta kalmışlar. Gönenli Mehmet Efendi, Mustafa Yelkenci’ye sorar: “Sizin meşguliyetiniz nedir?” Babam sürekli okuyan bir hocaydı ancak hocalığını öne çıkarmazdı. “İstanbul’da esnafım” diye cevaplar. Tabi o zamanlar insan hayatının uzuz olduğu, basit sebeplerle idam cezasının verildiği dönemler. İnebolu’dan itibaren savcıların eliyle işaret ederek “hepinizi sallandıracağız” dedikleri bir rejim hüküm sürüyor.
Gönenli Mehmet Efendi: “Şu hükümetin yaptığı zulme ve saçmalığa bak!” der. “Ben hoca ve vaizim”, Şemseddin Hoca’yı göstererek “bu zat da İstanbul’un meşhur hocalarından ve vaizlerinden. Haydi bizi tehlikeli gördün, korktun içeri attın! Bu esnafta ne tehlike gördün!” der.
“Mahkumlar büyük hocaları bulmuşken zaman zaman etrafına toplanır, kafalarına takılan soruları ve şüpheleri sorarlarmış. Yine mahkumlardan birisi Gönenli Hoca’ya bir soru sorar. Hoca cevaplamaya çalışır. Ancak karşıdaki pek tatmin olmaz ya da anlayamaz. Bunun üzerine Mustafa Yelkenci “hocam!” der, “Müsaade ederseniz, Risale-i Nur’da şöyle bir ifade var, buna cevap olabilir mi?” Gönenli Hoca “buyur” der. O da söyler. Soru sahibi “tamam, anladım” der. Gönenli Hoca’nın da çok hoşuna gider. “Tam cevap oldu” der. Sonra da Yelkenci’ye dönerek bir latife yapar: “Biz baştan, bu devletin seni neden buraya getirdiğini garipsemiştik. Şimdi anlıyoruz ki bu hükümet hepten de boş değilmiş!
“Gönenli Mehmet Efendi ve Şemseddin Hocanın aralarında zaman zaman bazı konularda müzakereler ve tartışmalar olurmuş. Konuşmalar çok hararetlendiğinde Yelkenci Hoca Risale-i Nur’dan bildikleriyle arayı bulmaya çalışırmış. Gönenli Hoca da hep o ‘bu devlet seni buraya neden getirdi” sorusunu hatırlar, gülermiş ve ‘hakikaten sen boşuna gelmemişsin’ dermiş. Aynı hapishanede olmamıza rağmen bizi Bediüzzaman ile görüştürmüyorlardı. ‘Bediüzzaman hazretleri bazı gardiyanlardan pusula ve notlar gönderirdi o şekilde haberleşirdik’ dediği hatırımda kalanlardan. Gönenli Hoca çok güzel Kur’an okurmuş. Yine mahkumların ısrarı üzerine Gönenli Hoca ile birlikte mevlit okurlarmış.”
Son Şahitler’de de ifade edildiği gibi Bediüzzaman hazretleri Gönenli Mehmet Efendi’nin Kur’an-ı Kerim okumasını çok sever. Haber gönderir diğer koğuşlardan da dinlenecek şekilde Kur’an okuttururmuş.
Denizli mahkemeleri ve beraat
Daha sonra meşhur Denizli mahkemeleri, Bediüzzaman Said Nursî’nin büyük müdafaası ve nihayetinde beraat. Şahıslardan çok Kur’an tefsiri Risale-i Nur’un beraat etmesi önemli… Her şeyi göze alıp adaletle karar veren Hâkime Hesna Hanım… Kaderin garip bir tecellisi; o zamanın zanlısı ve berat verenin torun ve yakınları yetmiş beş sene sonra bir yuva kurdular. Ailemizin bir parçası oldular. Mahkeme safahatında o zor şartlarda, ilerde akraba olacakları kimin aklına gelirdi.
Babaları beraat edip geldiğinde “çok sevindik” derlerdi. Başta hapishanedeki arkadaşları olmak üzere ziyaretine gelirlerdi” diye anlatmıştı Hüsniye Hanım. “Meşhur olduğu için olsa gerek özellikle Şemseddin Yeşil Hoca’yı hatırlıyorum. Ziyarete gelirken hep beş-altı talebesiyle gelirdi. Uzun saçlı talebeleri vardı. Hoca, babamı çok sever ve sayardı. Bazen de lokum ve badem ezmesi gibi hediyeler gönderirdi. Çocukluğumda kalan hatıralardan…” Yine Zekeriya Hoca ve talebeleri de Allah razı olsun ziyaret ederlerdi.
“Hapisten geldikten sonra hep başı ağrırdı. Üç-dört sene sonra da 45 yaşlarında vefat etti. Neden ağrıdığını sorduğumuzda da “Hapishanelerde o buz gibi betonların üzerinde çok yattık, kızım!’ dediğini hiç unutamıyoruz” diye anlatırlardı.
O, Bediüzzaman Said Nursî’nin “benim yerime şehid oldu” dediği Hafız Ali Abi’ye ilk kavuşanlardandı. İnşallah o da hastalığı sebebiyle manevi şehitler zümresine dahil olmuştur. Cenab-ı Hak (cc) mekanlarını cennet eylesin. Geride kalanları da saff-ı evvellerin çektikleri çileler hürmetine iman-Kur’an davasında daim eylesin!